Dünyayı gözlemlediğimizde bazı eğilimler görülür. Örneğin, başkalarının iyiliği için hareket ederseniz, birileri sizi sevecek ve teşekkür edecektir. Tam tersine, egoist bir şekilde hareket ederseniz, başkaları tarafından sevilmezsiniz. Birine hediye verirseniz karşılık alırsınız, birini döverseniz, o da sizi döver veya tutuklanırsınız. Yani düşünceleriniz pozitif veya negatif olduğunda, sonrasında gerçekleşen olaylar buna uygun şekilde geri gelir.
Düşünceler iyi niyetle kullanıldığında iyi sonuçlar doğurur. Kötü niyetle kullanıldığında ise kötü sonuçlar doğurur.
Yorgun olduğumuzda, sinirli olduğumuzda bir problem ortaya çıkar. Negatif düşünceler negatif olaylar yaratır.
Ego perspektifinden bakıldığında "benim" hayatım vardır. Bilinç olarak var olduğunda ise "ben" ve "benim hayatım" yoktur. Tek olan bilinç, "benim" doğumumdan önce vardı, doğumdan sonra da vardır ve ölümden sonra da vardır. Bilinç olarak var olduğunda, yaşam ve ölümün ötesine geçilir.
Ego var olduğu sürece, sorunlar ve ıstıraplar ortaya çıkar. Bu ıstıraplar egoya uyanış için bir fırsattır, düşman değildir. Saldırganlık, kıskanclık, kin, aşağılık kompleksi, takıntılar gibi duygular ıstırap yaratır ancak bu olaylar egoya uyanma fırsatı sunar. Geçmişte aşılmamış duygular varsa, onları aşmak için olaylar meydana gelir.
Kendi egoya bağlı olduğumuzu fark ettiğimizde, insanlık tarihinin ego tarafından şekillendirilmiş bir tarih olduğunu görürüz.
○Organizasyon ve Lider
Ne kadar çok dürüst insan varsa, organizasyonun hareketi o kadar uyumlu olur, atmosfer dostane olur ve atmosfer de iyi olur. Dürüstlük, egoya bağlılığı az olan ya da bilinç olarak var olan kişilerin gösterdiği bir özelliktir. Tam tersine, organizasyonda ego güçlü olan kişiler arttığında, işbirliği azalır, hareketler uyumlu olmaz, yolsuzluk ve uyumsuzluk artar.
İnsanlar çatışma veya savaş istemez. Eğer bir çatışma olursa, ego, diğerine karşı kazanmak ve kendilerini güvende tutmak ister. Diğer taraf da aynı şeyi düşünür. Bu yüzden çatışmanın kendisi oluşmamalıdır. Bunu sağlamak için, içsel çatışması olmayan bir kişiyi lider olarak seçmek gereklidir. Bu, her yerde ve her aşamada olmalıdır. Aksi takdirde, ego güçlü bir lider ortaya çıkar ve kendi güvenliğini öncelik haline getirip çatışma başlatır. Bu, çevredeki endişeyi artırır, silahlanan insanlar çoğalır, gerilim artar ve çatışma büyür. Bu kötü döngüyü dünya çapında herkesin bilmesi, iyi lider seçiminde ilk adım olacaktır.
Halk, orduyu kendi ülkelerini ve halkını koruyan bir organizasyon olarak görür. Ancak, o ülkenin lideri, bir diktatör gibi ego bağlılığı güçlü bir kişi ise, ordu, halk için tehdit oluşturur. Örneğin, politikaya karşı gelirseniz, tutuklanabilir veya vurulabilirsiniz. Yani, kendimizi korumak için oluşturduğumuz ordu, aynı zamanda bizi tehdit eden bir varlık haline gelir. Bu yüzden orduyu tamamen taşımamak daha iyidir.
Ego güçlü bir diktatör lider olduğunda, kendi çıkarları için hareket eder ve halkın görüşlerini göz ardı eder. Bilinç olarak var olan bir kişi lider olduğunda ise, tümün iyiliği için hareket eder ve halkın görüşlerine saygı gösterir. Diğer liderler ise bu iki durumda bir yerlerde konumlanır.
Ego güçlü bir kişi lider olduğunda, her ne olursa olsun kendi pozisyonunu sürdürmeye çalışır. Bu durumda, ne kadar zaman geçerse geçsin emekli olmaz ve gücü elinde tutabilmek için yasaları bile değiştirir. Bu, diktatörlükte korku yönetimi gerçekleştirir ve halk, ordu tarafından saldırıya uğrar ve karşı çıkamaz hale gelir. İnsanlar, lideri dikkatlice seçmelidir.
Diktatör, kendisini ve ülkesini eleştirmeyi yasaklayan yasalar çıkarır. "Ben"i korumaya çalışan ego hareketidir.
Ego güçlü, açgözlü bir lider, yalancı, hırsız, dolandırıcı olarak tanımlanabilir.
Ego’su güçlü olanlar, çevrelerinde düşmanlar arttığında ve durumu zorlaştığında bile, hala cesur bir tutum sergilemekte ısrar ederler. Şimdiye kadar çevrelerini korkutarak elde ettikleri bu güçlü pozisyonu sürdürmeye çalışırlar. Ayrıca ego için korkmak, kaybetmek anlamına gelir. Yine de yoluna devam ederler ve durumu giderek daha tehlikeli hale geldiğinde, karşı tarafa taviz verir veya kaçmayı tercih ederler.
Bir ülke gibi büyük bir yapıda veya küçük bir grup içinde, ego’su güçlü olanlar, insanlar üzerinde korku yoluyla egemenlik kurarlar.
Ego, kişinin kendisinin zarar görmesinden korktuğu için, ego’su güçlü liderler sürekli olarak kendilerine karşı çıkan olup olmadığı konusunda endişe ederler. Bu yüzden insanları nasıl izlemeleri gerektiğini düşünmeye başlarlar. Sonuç olarak insanlar özgürce fikirlerini ifade edemez hale gelir, yaşamları ise giderek daha sıkıcı hale gelir. Nihayetinde hükümet, yasaları değiştirir ve hükümete karşı çıkanlar tutuklanır.
Büyük bir organizasyon olan devlet ya da küçük yerel bir organizasyonda, ego’su güçlü bir kişi lider olduğunda, organizasyon kötüleşir ve üyeler eleştiride bulunur. Ancak bu kişi kolayca gücünü bırakmaz. Eleştiriler arttığında ve protestolar başladığında, tehlikeyi hissederek kaçmak için harekete geçerler. Bu yurt dışı olabilir veya yakınlardaki bir saklanma yeri olabilir. Yine de gücünü koruyarak kaçar.
Ego’su güçlü ve çıkarcı bir lider haksızlık yaparsa ve bu durum organizasyonun durumunu kötüleştirirse, organizasyondan biri bunu düzeltmeye çalışacaktır. Ancak bu lider, o kişiyi kendi düşmanı olarak görüp, onu görevden almaya çalışır.
Ego’su güçlü liderler rahatlıkla yalan söyleyebilirler. Çevrelerindekilere gelecek hakkında umut verecek şekilde sözler verirler, ancak sonunda söylediklerini yerine getirmezler. Örneğin, kendi pozisyonlarına ilgi duymadıklarını söyleseler de, pozisyonlarını değiştirerek bile etkiyi korumaya çalışırlar, ya da bir takım reformlar vaat ederler, ancak bunlar sadece göstermelik reformlar olur. Yani, sadece o anı kurtarmak için yalan söylerler.
Ego’su güçlü liderlerin arasında etkileyici bir konuşma yeteneğine sahip olanlar da vardır. Ego’nun güçlü olması, korkularının da güçlü olduğu anlamına gelir ve çevrelerinden gelen karşıt görüşleri hassas bir şekilde algılarlar. Bu yüzden bir direniş baş göstermeye başlayınca, hemen durumu geçici bir yalanla ustaca yatıştırmaya çalışırlar. Eğer çevredeki kişiler kendi düşünme ve analiz etme becerilerine sahip değilse, bu yalanla kandırılabilirler.
Ego’su güçlü olanlar lider olduğunda, genellikle ailesine veya oğullarına güç devreder veya onları özel görevlere atar. Bu şekilde aynı aile tarafından yapılan yönetim, nesiller boyu devam eder ve halk acı çeker.
İyi çalışan, akıllı, proaktif bir şekilde hareket edebilen, sesi yüksek ve güçlü görünen, konuşkan, dikkat çeken, sinirlendirilince korkutucu olan, giyimi ve görünümüyle dikkat çeken, saygın bir kişi gibi özelliklere sahip biri vardır. Organizasyon içinde doğal olarak lider olarak seçilebilirler. Ancak bu özelliklerin önünde, o kişinin dürüst olup olmadığını görmek gerekir. Çünkü bu, liderin kararlarının tüm halk için mi yoksa bazı kişiler için mi iyi olacağını belirler. Dürüst ve akıllı bir lider, önündeki zenginliği paylaştırırken, tüm iyiliği göz önünde bulundurarak adil bir dağıtım yapmayı hedefler. Akıllı ama dürüst olmayan bir lider paylaştırma yaparsa, sadece kendisi ve yakın çevresinin nasıl kazanç sağlayacağına odaklanır. Dürüst bir lider birini azarlarken, o kişinin gelişmesini düşündüğü için azarlar. Dürüst olmayan bir lider ise, kendi sözünü dinlemeyen kişiye karşı intikam almak veya gelecekte kendisine zarar vermemek amacıyla azarlar.
Zeki, yetenekli fakat dürüst olmayan ve çıkarcı ego’su güçlü bir kişi lider olduğunda, kısa vadede başarılı sonuçlar elde edilebilir. Ancak orta ve uzun vadede, eşitsizlik ve diktatörce kararlar devam ettikçe organizasyon çürür. Buna halk da dahil olur. Bu yüzden öncelikle dürüst karakterlere sahip olanlar seçilmeli ve ardından bu kişilerin arasından yetenekli olanlar lider olarak belirlenmelidir.
Sadece işi iyi yaptığı için lider seçilen biri, grubun üyelerinin zor durumda kalmasına neden olabilir. Eğer liderin insanlara karşı şefkat ve sevgi gibi dürüstlükten gelen duyguları yoksa, yeteneksiz olanlara saldırmaya başlar.
Ego’su güçlü bir lider, astlarının başarılarını kendi başarıları olarak övünerek anlatır.
Lider karar verirken, ego devreye girdiği ölçüde doğru karardan uzaklaşır. Örneğin öfke, kin, aşağılık kompleksi, kişisel çıkarlar gibi faktörler devreye girebilir.
“Yapılanı yapmak” şeklinde bir lider, lider olmaya uygun değildir. Önündeki sorun belki yatışacak ama karşı tarafın kini kalacaktır ve bu intikam bir yıl sonra, on yıl sonra, belki de elli yıl sonra alınacaktır.
Bu kişiye karşı çıkıldığında intikam alınacağı hissini uyandıran birini lider olarak seçmemeliyiz. Ayrıca, böyle bir lideri seçen kişiler korkudan dolayı, tek taraflı bir bakış açısıyla karar verirler.
Eğer lider dürüst değilse, o organizasyon rahat bir ortam olmayacaktır.
Kötü karakterli insanlar sevilmez, iyi karakterli insanlar ise sevilir. İnsanlar kötü karakterli kişilerin yönettiği bir organizasyona katılmak istemezler. Bu yüzden iyi karakterli birini lider olarak seçmek gereklidir. İyi karakterli biri, ego’ya bağlılığı az olan ve bilinçli olarak var olan kişidir.
Eğer lider kaba biri ise, kaba olmayan çalışanlar o grupta bulundukları için utanırlar. Özellikle başkalarına gösterildiğinde.
Liderin unvanından daha önemli olan şey güvenilirliktir. Güven kazanmak için dürüstlük ve yetenek gereklidir. Güven kazanıldığında, unvan olmasa da çalışanlar lideri dinler ve harekete geçerler. Sadece unvanla, çalışanlar sadece yüzeysel olarak itaat ettiklerini gösterirler.
Ego’su güçlü olan biri patron olduğunda, sonrasında beklenen örüntü genellikle şu şekilde ilerler:
Ego’su güçlü bir lider, benzer ego’ya sahip kişileri etrafına toplar. Bunlar onun etrafında toplanarak yardımcıları olurlar ve evet-sizler haline gelirler. Bu yardımcılar, patronunun hoşuna gidecek sözler veya davranışlar sergileyerek patronunu mutlu ederler. Bu sayede patronlarından özel muamele görürler, daha hızlı terfi ederler, özel pozisyonlar alırlar ve maaşları ya da aldıkları paylar diğerlerinden daha fazla olur.
Hem patron hem de yardımcıları egoist oldukları için sadece kendi çıkarlarını önceliklendirirler. Bu durumda, organizasyonda ciddi şekilde çalışan diğer üyeler, çok çalışmanın boşuna ve aptalca olduğunu hissetmeye başlarlar. Sonuç olarak organizasyonun birlik duygusu ve özdenetimi kaybolur, pes etme başlar ve kimse uyarı yapmaz. Bu süreçle birlikte organizasyonun çürümeye ve yolsuzluğa doğru gitmesi hızlanır.
Bu aşamaya gelindiğinde, dürüst çalışan üyelerin patron veya yardımcılarının davranışlarını işaret edip durdurması zorlaşır. Çünkü ego’su güçlü kişiler saldırgan ve zorba bir yapıya sahiptirler, ve bir şeyleri işaret etmeye çalışan kişi, kendisinin saldırıya uğrayıp kovulma tehlikesiyle karşılaşacağından korkar.
Ego’su güçlü olan benzer kişilikler birbirleriyle uyum sağlar ve patron ile yardımcılarının ilk aşamadaki ilişkisi keyifli olur. Ancak, arzularını kontrol etme gücü eksik olduğu için, patron daha fazla aşırılığa gider ve istikrarlı kararlar almakta zorlanır. Örneğin, sadece kendi payı olağanüstü fazla olabilir, organizasyonun kaynaklarını yasa dışı bir şekilde kullanabilir ya da denetimsiz talimatlar verebilir. Yardımcılar da kendi paylarının patron kadar fazla olmaması durumunda kıskanır ve memnuniyetsizlik birikir. Yardımcılar esasen evet-sizlerdir ve patronlarından korktukları için yüz yüze itirazda bulunmak neredeyse imkansızdır.
Kimse patronun aşırılıklarını durduramayacağı için organizasyonun yönetimi zayıflar ve yardımcılar kendi tehlikelerini hissetmeye başlarlar. Ardından, bu yardımcılar patronun düşmanı olmaya başlarlar. İç çatlaklar başlar ve o zamana kadar patrona yağcılık yaparak özel muamele gören yardımcılar, adaletin peşinden koşmaya başlarlar. Buradaki tipik örnek, ego’su güçlü olan patronun ne kadar kötü olursa olsun, her zaman bunu başkalarının suçu olarak gösterebilmesidir; kendini mağdur olarak sunmak için yalan söyler ve bunu en önce dışarıdaki insanlara anlatır, böylece avantajlı bir duruma geçmeye çalışır. Bu esnada, bazen patron sahneden kaçar ve kendini gizler.
Sonrasında, organizasyon şans eseri çökmeden ve birkaç zorlukla patron organizasyondan ayrıldığında, bu sorun çözülmüş olmaz. Önceki patrona benzer ego’su güçlü bir yardımcı yeni patron olduğunda, aynı şey tekrar yaşanır. Bu durumda, dürüst çalışan üyeler geçmişteki hataları gösterse de, yardımcılar bunu kabul etmez ve her şeyin eski patronun suçu olduğunu söylerler. Yani ego’su güçlü kişiler sürekli başkalarını suçladıkları için aynı şeyi tekrar ederler ve gelişim göstermezler. Sonuç olarak, kendi paylarının fazla olması veya özel muamele görmeleri gibi şeyler tekrar eder. Böylece olumsuz bir döngü devam eder.
Bu döngüyü kırmanın tek yolu ego’su güçlü üyeleri yenilemektir. Ancak yardımcılar genellikle güçlü ego’lara sahip oldukları için işleri istekli bir şekilde yaparlar ve iç ve dış dünyada büyük bir etkileri vardır. Bu yüzden yardımcıları yenilemek, yeni dürüst bir patronun yeterli güce ve kararlılığa sahip olması durumunda oldukça zor olur ve yardımcıların öfkesini çekme riskini göze alacak cesaret gerektirir. Yani, bu durumdan önce, patron seçme aşamasında, o kişinin ego’sunun güçlü olup olmadığını gözlemlemek ve dürüst olanları seçmeye özen göstermek gerekir. İyi ya da kötü, sonuçta o kişinin etkisi organizasyonun tüm üyelerine yansıyacaktır. Ve bu organizasyonu yeniden inşa etmek büyük bir enerji gerektirir.
Ego’su güçlü olmayan ve içsel çatışma yaşamayan dürüst liderler seçme bakış açısına sahip olmayan bir dünyada, ego’su güçlü olanlar lider olma eğilimindedir. Adaylık sistemi olduğunda, herkesin lider olma hakkı vardır. Bu, herkesin çabasıyla lider olabileceği adil bir sistem değil, güçlü arzulara sahip olanların adaylar arasında yer alabileceği ve seçmenlerin bunları ayırt etmekte zorlanacağı bir yapıdır. Bu yüzden ego’su güçlü olanların lider olması ihtimali ortaya çıkar. Böyle ego’su güçlü bir kişi lider olduğunda, kaybetme korkusu nedeniyle kendi ülkesinin silahlanmasını savunur ve bunun caydırıcı bir güç olduğunu ileri sürer. Ancak, diğer ülkelerde de ego’su güçlü liderler olduğunda, aynı korkuya sahip olur ve askeri gücü artırmaya başlarlar. Böylece, barışçıl bir toplum hiçbir zaman gelmez.
Adaylık sistemiyle lider seçildiğinde, ego’su güçlü kişiler ortaya çıkar. Bunlar arasında, başkalarından saygı görmek isteyen, statü ve onur arayan hırslı kişiler ve kurnazlar bulunur. Sonrasında, o organizasyona ait insanlar, o organizasyonu sevmez hale gelir. Genellikle nazik ve toplumda iyi bir üne sahip bir kişi olsa da, her gün birlikte vakit geçirdiği yakın aile üyeleri ya da iş arkadaşları o kişinin arka planını bilirler. Toplum liderini seçerken bu bakış açısına sahip olmak gereklidir ve lideri önererek seçmek, barışçıl bir toplum kurmak için daha uygun bir yöntemdir.
Kendi başına lider olmaya çalışanlardan ziyade, özel yaşamındaki tutumları bilen çevresi tarafından önerilen dürüst bir lider, barışçıl bir toplum kurmak için daha uygundur.
Her gün zihinsizlik haline gelerek ve bilincinde olarak çalışıldığında, arzular sonsuz bir şekilde azalır. Bu yüzden, lider olmaya kalkmazlar. Bu nedenle, çevrelerinin onları önerme gerekliliği doğar. Böyle bir lider, içsel çatışma yaşamadığı için kimseyle kavga etmez ve barışçıl bir toplum kurabilir.
Alçakgönüllü ve dürüst bir lider seçilse de, çevresindeki çoğunluk ego’su güçlü kişilerse, liderin görüşleri göz ardı edilir ve hemen yok edilir. Dürüst liderin etrafını dürüst liderler ve üyelerle sarması önemlidir. Bu şekilde, barışçıl ve huzurlu bir toplum sürdürülebilir.
Eğer halk, liderin seçilmesine dair cahilse ya da ilgisizse, sonunda bir diktatörün lider olması olasılığı yüksek olur. O zaman insanlar bu lideri eleştirirler. Ancak, halkın cahilliği ve ilgisizliği bunun başlangıcıdır.
Ego her zaman saldıracak birini arar ve sınırsız bir şekilde maddi şeyler ister. Ego’su güçlü bir kişi başkan ya da başbakan olduğunda, topraklarını daha da genişletmek ister. Bunun için silahları kullanır ve hileli yollarla karşısındaki kişiye saldırır. Bu sebeple, çevredeki ülkeler silahlanır ve askeri güçlerini artırır, fakat her açıdan sarsılmaya çalışarak, işgal için fırsat yaratmaya çalışır. Her ülkedeki lider ego’su güçlü olduğu sürece, istilalar ve savaşlar bitmeyecektir. Çevredeki ülkeler için, barış ve güvenli bir durum asla doğmaz. Barışçıl bir toplum inşa etmenin tek yolu, dünyada ego’ya karşı bağımlılığı son derece az olan birini lider olarak seçmektir. Bunu tüm dünya halkı anlamalı ve böyle birini lider olarak seçmelidir. Aksi takdirde, barışçıl bir toplum temelden oluşamaz.
Dünyadaki herkes, en azından barışçıl birini lider olarak seçmenin gerekliliğini kabul etmelidir, yoksa barış sağlanamaz.
Liderin sözleri ve eylemleri uyumsuz olmaya başladığında, değişim düşünülmelidir. Bu, dürüstlükten yoksun bir doğanın ortaya çıkmaya başlamış olabileceğini gösterebilir.
Genç çalışanlar, kendi işlerinde neye uygun olduklarını anlamada genellikle zorlanır. Bu nedenle, lider işlerini gözlemlemeli ve sohbetler aracılığıyla kişisel özelliklerini anlamaya çalışmalıdır. İlgi gösterip anlamaya çalışmak, sevgiden gelir. Sevgi, bilincin doğasıdır.
Lider, tavsiye vermese bile sadece dinleyip empati kurduğunda, çalışanlar liderine güvenmeye başlar. Dinlemek ve empati kurmak, karşıdaki kişiyi reddetmeden kabul etmeye çalışmaktan gelen sevgiden doğar.
Bir insan, başkalarının deneyimlerine empati gösterdiğinde büyük bir sevinç hisseder. Tam tersi, birine empati yapmak, o kişiye sevinç ve güç verir.
Lider, insanları sıkıştırıcı bir şekilde konuşursa, bunalan çalışanlar uzaklaşır. Sıkıştırıcı bir yaklaşım, karşısındakine korku verip kontrol etmeye çalışmaktır. Yani, ego’dan kaynaklanan söz ve eylemler felakete yol açar. Ancak, bu durumu tersine çevirip, karşıdaki kişiyi büyütmeye çalışanlar da vardır. Bu durumda da sert söylemlerin ardından nazikçe ilgi göstermek gibi bir denge sağlanır.
Lider, çalışanlarının fikirlerini reddederse, kimse fikir sunmaz.
Lider kendisi, konuşma tarzını, yaklaşımını, rica etme ve yardım etme şeklini, sevgi, saygı ve şükran içeren olumlu bir hale dönüştürdüğünde, çalışanların hareketleri değişir.
Bazen çok ikramda bulunan veya sık sık hediye veren birini gördüğümüzde, sadece bu özelliklerden dolayı onun geniş bir kapasiteye sahip, ego’su zayıf biri olduğunu düşünmemeliyiz. Ego’su güçlü olan kişiler, gösteriş yapmak için başkalarına ikramda bulunur veya hediye verir. Bu şekilde, kendi gururları tatmin olur.
Lider, çalışanlarına kulağa hoş gelmeyen şeyler söylemek zorunda kalabilir, ancak bunu sık yapmamalıdır; aksi takdirde sadece rahatsız edici olur. Sürekli rahatsızlık veren kişiler, karşısındakinin iyiliği için söylemiş olsalar bile, karşı tarafın ego’su bunu eleştiri olarak algılar ve direnç göstererek işbirliğinden kaçınır veya saldırganlaşır.
Birine tavsiye verirken bazen olumlu kelimeler kullanmak gerekebilir, ancak bazen de sert sözler veya karamsar görüşler iletmek daha etkili olabilir. Genellikle, olumlu %80, olumsuz %20 oranı temel alınmalı, ancak zaman ve karşıdaki kişiye göre bu oran tersine dönebilir. Çok fazla sertlik, insanları uzaklaştırır.
Tecrübeli bir kişi, acemilerin çalışmalarını gördüğünde, neyin doğru neyin yanlış olduğunu genellikle hemen anlayabilir. O anda müdahale etmektense, o an sabırlı olmak daha iyidir. Her seferinde hemen müdahale edilirse, karşıdaki kişinin ego’su korkuya kapılır ve cesurca hareket edemez. Daha sonra, sakinleşilen bir zamanda az sayıda tavsiye vererek, kişi bunu daha kolay kabul eder ve geri çekilmez.
Gururu yüksek ve kulaklarını kapamış birine tavsiye vermek işe yaramaz. Bu durumda, kişinin başarısız olup utanmasını beklemek dışında bir şey yapılmaz. O zaman, nihayetinde çevresindekilerin görüşlerine kulak vermeye başlar. Kulaklarını zorla açmaya çalışmak, ego’sunun daha inatçı olmasına sebep olur. Ancak, gururlu bir kişi bile, sevgiyle dinleyen ve onun görüşlerine değer veren birine güven duyarak, tavsiyelere kulak verebilir. Bu anlamda, bilinçli kişiler, inatçı kişilerin kalbini yumuşatmada daha başarılı olurlar.
Zorlanan bir kişinin yaptığı işlerde sert bir şekilde rehberlik etseniz de, nazik bir şekilde rehberlik etseniz de, iyileşme pek görülmez. Ancak nazik öğretildiğinde, küçük bir iyileşme olabilir. Başarısızlıkları suçlamadığınız ve işbirliği yaptığınız için kişi, size teşekkür etmek isteyebilir. Temel olan şey, sevgiyle yaklaşmaktır.
İşinde sıkça hata yapan biri için, yerinde bir görevlendirme yapmak daha iyi olacaktır. Öfkelenseniz sadece işi bırakacaklardır. Yerinde bir görev verilirse, sorun kişinin kendisinden değil, görevden kaynaklandığını fark ederler. Yeni iş, en iyi meslek ve uygun iş olduğunda sezgileri açılır ve yetenekleri de gelişir. Zorlandıkları bir işi yaparken sezgileri zayıf olur.
Ego’su zayıf, dürüst, işini yapabilen, yüksek anlama kapasitesine sahip, istekli, titiz, kendi isteklerini kontrol edebilen ve arkadaşlarını düşünen kişilerle çalışmak daha kolaydır. Lider biraz zayıf olsa da onlardan yardım alabilirsiniz. Buna karşılık, ego’su güçlü ve dürüstlüğü düşük kişilerle çalışmak sürekli zorluk yaşatır. Bu durumda lider, kafa kullanmak zorunda kalır. Bu da liderin pratik çözümler geliştirmesine yardımcı olur. Lideri yetiştirmek için, ikinci tür bir organizasyonu yönetmek etkili olacaktır. Zorluklar başta sıkıntılı gibi görünebilir, ancak büyüme ve farkındalık için bir fırsat olarak görülürse kötü bir şey olmaz.
Bir organizasyonda, liderden gelen talimatlara rağmen işini düzgün yapmayan kişiler olabilir. Bu durumda, onları bir başkasıyla eşleştirmek gerekir. Düzgün çalışmayan kişilerin bile güvenebileceği yakın bir arkadaşları olabilir. Bu kişiyle eşleştirildiğinde, karşısındaki kişinin güvenini bozmamak için daha düzenli çalışmaya başlarlar. Ego, güvenmediği kişiyi düşman olarak görürken, güvendiği kişiden nefret edilmek istemez. Ancak bu, dramatik bir şekilde iyileşme sağlamaz.
Çok hırslı ve kendi payını isteyen kişiler için başarıya dayalı bir ödeme sistemi daha uygundur. Ego, sadece kendi çıkarı için büyük bir güç ortaya koyabilir. Bu tür kişiler bir organizasyonda çalıştığında, sonuç alınamadığında başkalarını suçlamaya meyillidir ve bu da organizasyonda olumsuz bir hava yaratabilir. Bu kişileri, mazeret üretemeyecekleri durumlarla karşılaştırmak daha uygun olacaktır.
Ego’su güçlü bir kişi ile ego’su zayıf bir kişiyi aynı grup içinde çalıştırmaktan kaçınılmalıdır. Ego’su güçlü kişiler, ego’su zayıf olanları kullanmaya başlar ve ego’su zayıf olanlar çalışma isteğini kaybederler.
Organizasyonlar ve liderler için, zihinsiz bir şekilde varlık içinde olmak ve bilinçli bir şekilde hareket etmek temeldir, bu da uyum getirecektir.
○Para Toplumları
Siyaset, ekonomi, eğitim, sosyal hizmetler, sağlık, bilim, eğlence gibi her türlü sektör birbirini etkiler. Bu sektörlerdeki sorunların hemen hemen tamamı, doğrudan ya da dolaylı olarak para ile ilişkilidir. Bunun nedeni, bu sektörlerin dışındaki büyük çerçevede "para"nın bulunmasıdır. Bu büyük çerçevenin dışında, para olmayan bir toplumda çözüm bulunmaktadır.
Vahşi doğada çıplak yaşayan bir insanın uzaya roket göndermesi ve internet üzerinden uluslararası ilişkiler kurması için bilimin gelişmesi gerekmekteydi. Para toplumunun bu anlamda etkili olduğu söylenebilir. Bu sayede daha fazlasını elde etme isteği uyandıran ego, rekabeti ve savaşı doğurdu, teknoloji, zekâ ve organizasyon gelişti ve yaşam daha kolay hale geldi. Ancak bu bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, dünya çevresi üzerinde olumsuz etkiler yarattı ve varoluşu tehdit eder hale geldi.
Para toplumunda, parayı isteyen yöneticiler, işlerini başarılı bir şekilde yürütme konusunda daha avantajlıdır. Zihinsel olarak var olan bir kişinin bu kadar büyük bir isteği yoktur. Para toplumunda para sahibi olmak, güç sahibi olmakla eşdeğerdir. Ancak para elde etmek için yapılan mücadele, toplumda barışçıl bir ortamın oluşmasına engel olur. Para kazanmaya gerek olmayan bir toplum kurulduğunda, zihinsel olarak var olan kişiler lider olarak ön plana çıkar ve böylece çatışmasız, doğayı koruyan bir toplum kurulur.
Para toplumunda, zekâ genellikle iyi bir eğitimle ilişkilendirilir. İyi eğitim, iyi bir işe, stabil bir yüksek maaşa ve ülkeler için uluslararası rekabette başarılı olmak adına insan yetiştirmeye yol açar. Para, toplumsal yapının şekillenmesinde temel kıstas haline gelir. Ancak bu yapı, kazanmayı temel alır ve zihinsel varlık olma gibi temel bir ilkeden bağımsızdır.
Para toplumunda, insanın arzuları büyüdükçe değer yargıları büyük ölçüde kazanıma kayar. Para kazanma, mal edinme, pozisyon elde etme, ün kazanma, insanları edinme, teknoloji elde etme. Kazanarak mutlu olan, "ben" olarak tanımlanan egodur. Ego, doğanın döngüsünün ötesindeki kaynakları tüketir. Zihinsel varlık olduğunda, kazanma isteği azalır ve yalnızca doğanın döngüsüne uygun şekilde, ihtiyaç duyulan minimum kazanç sağlanır.
Para toplumunda ego’nun durmaksızın devam eden arzuları, daha fazla üretim yapmaya, daha fazla satmaya ve bununla birlikte doğal kaynakları tüketmeye devam eder. Bu süreçte atıklar da artmaya devam eder. Ekonomik büyüme, bu döngünün tekrarından ibarettir. Ekonomik büyüme ile ters orantılı olarak, doğal çevre yok olmaya devam eder.
Daha fazla ve daha fazla para isteyen toplum, egoyu güçlendirir ve zihinsizlikten uzaklaştırır. Bu durumda, ahlak ve ölçülülük de azalır.
Para toplumu, bireysel çıkarların öne çıktığı bir toplumdur, bu nedenle kişisel yararları korumaya yönelik kurallar ve düzenlemeler artar ve karmaşıklaşır.
Kurallar ne kadar detaylı artırılırsa artırılsın, onları delip geçenler olacaktır, özellikle de para arzusu devreye girdiğinde.
Daha hafif yemeklere alışınca, para toplumunun yemeklerinin ne kadar yoğun baharatlı olduğunu fark edersiniz. Uyarıcılar, insanı bağımlı hale getirir. Bağımlılık, kar elde edilmesine olanak tanır. Hastalar da artar. Bağımlılık da egodur.
Para toplumu, para kapma yarışıdır. Bu nedenle kazananlar ve kaybedenler ortaya çıkar. Böylece sokakta yaşayanlar ve düşük gelirli insanlar, yüzyıllar boyunca tüm dünyada var olmaya devam eder. Para toplumu, herkesin normalden daha iyi bir yaşam sürebileceği bir sistem değildir, aksine adaletsiz bir yapıdır. Bu, parayı kazanma konusunda yetenekli olanların kazandığı bir oyundur ve bir grup zengin, parayı tekelleştirirken, çoğunluk düşük gelirli olur.
Para toplumunun aşırı merkezileşmesi, verimli bir şekilde kar üretmeye daha yatkındır ancak zayıf yönleri de vardır ve felaketler gibi olaylar bu zayıf yönleri ortaya çıkarabilir. Nüfusun şehirlerde yoğunlaşması, tek bir yerde büyük üretim, gelir kaynağının tek bir şirketten sağlanması, dijital cihazlara bağımlılık gibi sorunlar ortaya çıkar. Para kazanmayı hedeflemeyen, para olmayan bir toplum kurulduğunda, nüfus dağılımı, tarım ve üretim gibi unsurlar dağılmış bir toplum yapısı oluşturur.
Herhangi bir küçük işletme bile para toplumunda iş kurduğunda, ilk öncelik hayatta kalmak olur. Bu da doğal çevre gibi faktörlere duyarlılığı ikinci planda bırakır.
Uygunsuz insanlarla her gün saatlerce yüz yüze gelmek zorunda kalırsınız. Bu da strese yol açar. İşte bu, iş yeridir.
İşinizi hızlı bitirip boş boş oturduğunuzda, sanki tembellik yapıyormuşsunuz gibi algılanırsınız. Bu yüzden, iş yapıyormuş gibi görünme eğilimi artar. İşte bu, iş yeridir.
Sadece bir kişi normal saatte evine giderse, eleştirilme korkusu vardır. Bu yüzden 1-2 saatlik fazla mesaiye zorlanırsınız. İşte bu, iş yeridir.
Erkekler, düşük gelirli olmayı utanç verici bir şey olarak görme eğilimindedir. Ego olarak benlik, gelir düzeyini düşük yetenekle ve kayıpla ilişkilendirir.
Para toplumunda, ilk kez tanıştığınız birine kendinizi tanıtırken, işinizi veya pozisyonunuzu belirtmek yaygın bir durumdur. Bu, işin kendisini, kişiyi tanımlayan bir şey haline getirdiği içindir. Bu yüzden işsiz olmak, bir şekilde sorunlu biri olarak görülür. Ancak dünyadaki çoğu insan, mümkünse çalışmak istemez.
İş veya pozisyon hakkında bilgi vermek, ego olan geçmiş anıların ve deneyimlerin açıklanmasıdır. Yani bu, gerçek benliğin bilincinin bir yansıması değildir. Öğrenci, part-time çalışan, geçici işçi, beyaz yakalı çalışan, işveren veya siyasetçi gibi etiketler, ego tarafından sahnelenen geçmiş anılardır. Ego, çıkar ilişkileri ve hiyerarşiler oluşturur. Bu durum, gerçek dostluğun gelişmesini engeller ve geçici iş ilişkilerine dönüşür. Gerçek anlamda ilişkiler, çocukluk ve gençlik yıllarında kurulan dostluklar gibidir, bunlarda hiyerarşi ve çıkar ilişkisi yoktur.
Bir işin doğru iş veya uygun iş olması bile, popüler olmayan veya para kazandırmayan işler olabilir. Bu durumda, geçim sağlanamaz ve süreklilik sağlanması zorlaşır. Bu anlamda, para toplumu insanın kendini ifade etme biçimini daraltır.
Hayatını geçindirebilmek için her gün sabah akşam çalışarak, bir gün her şeyin iyiye gideceğine dair belirsiz bir inançla yaşayanlar, işçilik inancına düşerler. Bu da, toplumsal normlar ve geçmiş anılardan kaynaklanan bir düşüncedir.
Kendine zaman ayırma şansı kalmaz. Arkadaşlarıyla vakit geçirecek zamanı bulamaz. Serbestçe harcanabilir parası olmaz. Ancak buna rağmen, iş stresi ve aileye yönelik endişeler artar. Bu, para toplumunda evlilik olgusudur.
Para toplumunda Pazartesi sabahları, çoğu insan için kasvetlidir. Sevmediğiniz bir iş veya okul için çaba sarf etmek zorunda kalırsınız. Para olmayan bir toplumda veya sevdiğiniz işi yapanlar için böyle bir durum oluşmaz, günün nasıl geçeceği konusunda heyecanlı bir duygu hissedilir.
○Sonuç olarak
Prout Köyü, bilim ve teknoloji gibi unsurları birleştirerek köy inşa etmeye çalışsa da, bu tek başına yeterli değildir. İnsanların doğrudan davranışlarıyla ilişkili olan ego ve bilinç hakkında anlayış geliştirenlerin sayısının artması anahtar olacaktır. İnsanlar neden acı çeker, neden çatışmalar ve sorunlar ortaya çıkar? Bunların hepsi ego ve düşüncenin varlığından kaynaklanır. Bilinçli bir şekilde, bilincin farkında olarak var olan insanların sayısının artması, barışçıl ve huzurlu bir toplum kurmanın temeli olacaktır. Bu anlamda, Prout Köyü ile birlikte gelen gelecek dönem, aynı zamanda insan ruhunun gelişim dönemi olacaktır.
Yazar: Hiloyuki Kubota
E-posta
contact@hiloyukikubota.com
Sürdürülebilir Toplum Prout Köyü 2. Baskı
Yazar: Hiloyuki Kubota
0 コメント