3. Bölüm: Gıda ve Tarım / Sürdürülebilir Toplum Prout Köyü İkinci Baskı

 

○Para Toplumunda Beslenme Alışkanlıkları 

Para toplumunda yaşam, genellikle süpermarketlerden veya marketlerden gıda satın almayı içerir. Bu nedenle, pestisitler, gıda katkı maddeleri ve beyaz şeker içeren sebzeler, etler ve işlenmiş gıdalar tüketmek olağan hale gelmiştir.  


Gıda katkı maddeleri arasında maya artırıcılar, margarin (bitkisel yağlar), pıhtılaştırıcı maddeler, aroma vericiler, emülgatörler, pH düzenleyiciler, kabartıcılar, tatlandırıcılar, renklendiriciler, koruyucular, kıvam arttırıcı ve stabilizatörler, antioksidanlar ve antimikrobiyal maddeler bulunur. Bu maddeler, "gıdanın lezzetli görünmesi", "uzun süre saklanabilmesi" ve "lezzetli hissettirilmesi" amacıyla kullanılır ve tüketicilerin hoşuna gitmesi, satın alınması ve kâr sağlanması hedeflenir.  


Beyaz şeker, yemekten kısa bir süre sonra kana karışır ve kan şekerini hızla yükseltir. Bu durum tekrarlandığında, kan şekerini düşürmek için salgılanan insülin miktarı azalır ve bu da diyabete yatkınlığı artırır.  


Eğer evinize yakın bir bahçede pestisit kullanılmamış sebzeler yetiştirilirse, buradan toplanan ürünler taze bir şekilde hemen tüketilebilir. Bu, en basit, en hızlı ve vücuda en az yük bindiren beslenme şeklidir. Ancak para toplumunda, kitlesel üretim, uzun mesafeli nakliye, uzun süreli saklama ve tüketici kazanma koşulları eklendiğinde, bu doğal durumdan uzaklaşmış, pestisit, gıda katkı maddeleri ve şeker içeren bir gıda haline dönüşür. Bu durum, stres, aşırı yeme, dengesiz beslenme, hareketsizlik, aşırı çalışma, sigara, aşırı alkol tüketimi gibi faktörlerle birleştiğinde, obezite, diyabet, yüksek tansiyon, kanser ve inme gibi yaşam tarzına bağlı hastalıklara yol açmaktadır.


○Oruçtan Görülenler 


Yemek miktarı hakkında, örneğin dışarıda yemek yerken fazla yemek yenildiğinde, yorgunluk hissiyle dükkânda dinlenmek ya da ağır bir mideyi tolere ederek mekândan ayrılmak gibi deneyimler hemen hemen herkesin başına gelir. Buna karşılık, neredeyse hiç yağ kullanılmayan yemekler sekiz dilim tokluğu geçmeyen bir miktarda yenildiğinde, mide rahatsızlığı yaşanmaz, açlık makul bir şekilde giderilir ve yemek sonrası rahat bir şekilde hareket edilebilir. Mideyi rahatsız eden bir yemek ile etmeyen bir yemeğin ardından yaşanan fiziksel durumu kıyasladığınızda, hangisinin daha sağlıklı olduğunu sezgisel olarak hemen anlayabilirsiniz.  


Peki, hiç yemek yenmediğinde vücutta ne tür belirtiler ortaya çıkar? Buradan dikkat çeken bir nokta ortaya çıkar. Polen alerjisi birçok kişi için bir sorun kaynağıdır, ancak bir gün boyunca yemek yenilmezse, ertesi gün polen alerjisi belirtileri azalabilir. Ancak yeniden yemek yendiğinde burun tıkanıklığı ve göz kaşıntısı gibi belirtiler tekrar ortaya çıkar. Bir hafta boyunca yemek yenilmediğinde, bu süreçte polen alerjisi yatışır, ciltteki sivilceler kaybolur ve 3 saatlik uyku yeterli hale gelir. Ancak bu süre zarfında fiziksel olarak hareket gücü azalır ve aktif hareket etmek zorlaşır. Yeniden yemek yemeye başlandığında ise, cilt bir süreliğine pürüzsüz ve sağlıklı bir görünüme kavuşur.  


Bu sonuçlardan da anlaşılacağı üzere, yemekler vücut üzerinde büyük bir etkiye sahiptir ve gıdalar ile hastalıklar arasındaki ilişki görülebilir.  



○Beslenme Biçimi 

Sırada makrobiyotik adı verilen bir beslenme biçimi bulunmaktadır. Makrobiyotiğin temel özellikleri şunlardır: Malzemelerin tamamını kullanarak kabuklarını ve köklerini atmadan yemek pişirmek, mevsimlik ürünleri ve yerel olarak yetiştirilen ürünleri tüketmek (yerel üretim-yerel tüketim), gıda katkı maddeleri ve pestisitler gibi kimyasallar içermeyen doğal gıdaları kullanmak, aşırı işleme yapmadan yemek pişirmek ve miso, soya sosu, tuz gibi geleneksel Japon baharatları ve yöntemlerini esas alarak yemek hazırlamak.  


Makrobiyotiğin temel beslenme oranı şu şekildedir:  


### Tahıllar (Ana Yemek)  

%40 - %60  

### Sebzeler  

%20 - %30  

### Baklagiller, Deniz Yosunu  

%5 - %10  

### Miso Çorbası vb.  

%5 - %10  


Bu tür bir bitkisel beslenme biçiminde, hayvansal kaynaklı yiyecekler veya giysiler tamamen bırakıldığında buna "vegan" denir. Veganlar yalnızca tahıllar, baklagiller, sebzeler, meyveler, mantar türleri ve deniz yosunlarını tüketir; domuz, sığır, tavuk gibi hayvan etlerini, deniz ürünlerini, yumurta, süt, süt ürünleri ve bal gibi hayvansal gıdaları tüketmezler. Ayrıca deri veya yün gibi hayvan kaynaklı giysiler giymekten de kaçınırlar. Veganlık, yiyecek, giyecek ya da diğer amaçlarla hayvanları acıtmamayı temel alır ve hayvansal kaynaklı hiçbir şeyi tüketmeden veya kullanmadan bir yaşam tarzını benimser.  


Dünyada başka birçok farklı beslenme şekli de bulunmaktadır. Et tüketmeyip tahıl ve sebze ağırlıklı olan "vejetaryenler", makrobiyotik, veganlar; gıda enzimlerini korumak için mümkün olduğunca çiğ sebze ve meyve tüketen "doğal hijyen" veya "çiğ gıda" diyeti uygulayanlar; Hindistan'ın geleneksel tıbbı Ayurvedik diyeti benimseyenler, ısıl işlem görmüş yiyecekleri de dahil eden bir bitkisel beslenme şeklidir. Çin'in geleneksel tıbbı olan, çam fıstığı ve pelin otu gibi dağ bitkilerini ve şifalı otları temel alan "yaşamsal besin" diyeti; meyve ağırlıklı beslenen "frutarian" ve yalnızca su veya meyve suyu gibi sıvılarla beslenmeyi tercih eden "likidaryen" bireyler de vardır.  


Bu beslenme şekillerinin ortak noktası şunlardır: "Et, beyaz şeker, katkı maddeleri ve yapay gıdalardan kaçınmak; pestisit veya gübre kullanılmayan doğal gıdaları tercih etmek daha iyidir." "Sindirim kolaylığına dikkat ederek yemek daha iyidir." "Vücuda yük olmayacak miktarlarda ve keyif alarak yemek daha iyidir."  


Ayrıca genel olarak söylenen bir diğer ortak nokta ise, vücudun 24 saatlik döngüsüne uygun bir beslenme düzeninin benimsenmesinin iyi olduğudur:  


- 04:00 - 12:00: Atıkların vücuttan atıldığı zaman dilimi (vücut atıklarının ve sindirilmiş besin kalıntılarının atılması için uygun bir zaman).  

- 12:00 - 20:00: Besin alımı ve sindirim zamanı (yemek yeme ve sindirim için uygun bir zaman).  

- 20:00 - 04:00: Emilim ve kullanım zamanı (besinlerin vücut tarafından özümsenmesi ve kullanılmasına uygun bir zaman).  


Makrobiyotik diyet, her lokmayı yaklaşık 100 kez çiğnemeyi önerir. İyi çiğnemek aşırı yemeyi önler, beyni aktif hale getirir, mide ve bağırsakların sağlığını iyileştirir ve rahat bir uyku sağlar. Karın ağrısı, mide rahatsızlığı, kabızlık ve uykusuzluk gibi sorunlar, yeterince çiğnenmediğinde de ortaya çıkabilir. Yutulmadan önce doğal olarak yok olana kadar çiğnemeye devam edilmelidir. Besinler midede lapa haline geldiğinden, ağızda lapa haline getirilmesi iç organların yükünü azaltır ve besinlerin emilimini artırır.  


Bu nedenlerle Prout Köyü'nde tahıl bazlı bir diyeti teşvik ediyoruz. Et tüketimi yasaklanmamış durumda.  

Sağlıklı bir diyet uygulansa bile insanlar hastalanabilir. Ancak sevdiğiniz şeyleri uzun süre keyifle yapabilmek için sağlıklı bir beslenme şarttır.  


Günlük kullanılan şeker, tuz, pirinç ve protein kaynakları hakkında: Doğal ürünler tüketmek açısından değerlendirildiğinde, şeker olarak beyaz şeker yerine, pancar şekeri veya akçaağaç özsuyundan yapılan akçaağaç şurubu ve ksilitol gibi seçenekler tercih edilmelidir. Bu tür tatlandırıcılar kan şekerini hızlıca yükseltmez, ancak yine de aşırı tüketimden kaçınılmalıdır. Tuz olarak ise doğal mineraller bakımından zengin, örneğin deniz yosunu tuzu gibi doğal tuzlar tercih edilmelidir. Pirinçte ise beyaz pirinç yerine tam tahıllı kahverengi pirinç daha iyidir. Daha zengin besin içeriği sunar ve kabızlığı giderir. Bu, bağırsak sağlığının iyi olduğunu gösterir ve genel sağlığa katkı sağlar. Protein ise et yerine soya gibi bitkisel kaynaklardan elde edilebilir.  


○Yetiştirme Yöntemleri

Prout Köyü'nde yiyeceklerin yetiştirilmesi, doğal tarım ve hidroponik tarım olmak üzere iki yöntemle paralel olarak gerçekleştirilir.  

Doğal tarım, zararlı pestisitler veya gübreler kullanılmadan yapılan bir yöntemdir ve hâlihazırda hem yurt içinde hem de yurt dışında uygulanmaktadır. Bu yöntemin öncüsü Masanobu Fukuoka’dır. Fukuoka, insan müdahalesi olmaksızın çeşitli bitkilerin büyüdüğü ve birçok böcek ile diğer canlıların yaşadığı toprakların verimli olduğunu ve bu tür topraklarda besin değeri yüksek mahsuller yetiştirilebileceğini savunmuştur. Fukuoka’nın tarlası, otuz yıldan fazla bir süredir bir kez bile sürülmemiş, kimyasal gübre, organik gübre ya da dezenfektan kullanılmamıştır. Bu şekilde, yaklaşık 33 metrekarelik bir alandan 600 kilogram kadar buğday ve pirinç elde edildiğini belirtmiştir.  


İnsanların saban veya çapa ile toprağı işleyebileceği derinlik 10-20 santimetre ile sınırlıdır. Ancak, otların ve yeşil gübrelerin kökleri 30-40 santimetre veya daha derinlere kadar toprağı işleyebilir. Kökler toprağa derinlemesine nüfuz ettikçe, köklerle birlikte hava ve su da toprağın derinliklerine kadar işler. Köklerin ve mikroorganizmaların ölümüyle toprak verimli hale gelir ve yumuşar. Zamanla solucanlar çoğalır ve köstebekler de toprağa delikler açar. Bu şekilde doğa, besin açısından zengin bir yetiştirme ortamı yaratır. Toprak sürekli verimli kalır ve çevresel kirliliğe neden olacak hiçbir unsur oluşmaz. Doğal tarımın prensipleri; toprağı sürmeme, gübre kullanmama, ot temizliği yapmama ve tarım ilacı kullanmamadır.  


Kapalı alanlarda ise hidroponik tarım uygulanır. Bu yöntemde toprak kullanılmaz; bitkilerin kökleri gübreli suya daldırılır ve bitkiler ihtiyaç duydukları suyu, besinleri ve oksijeni köklerinden alır. Bu yöntemle zararlı böcekler bitkilere musallat olmaz, sağlıklı ve ilaçsız bitkiler yetişir. Ayrıca mevsimlerden bağımsız olarak planlı bir şekilde tarım yapılabilir. Bitkiler dikey olarak yerleştirilerek yetiştirilirse alan tasarrufu sağlanır ve ev içinde çok sayıda bitki yetiştirilebilir.  


Yetiştirilen mahsullerden tohumlar toplanır. Bu tohumlar yıkanır, kurutulur ve bir kaba konularak buzdolabı gibi uygun bir yerde saklanır.  

Bu süreç her evde uygulandığında, yaşam için gerekli olan beslenme bilgisi herkes tarafından öğrenilir ve aktarılır. Bu sayede gıda güvenliği sağlanır ve afet durumlarında da yiyecek korunur.  



コメントを投稿

0 コメント